Welatê Bejî û Deh Koroyên 'The Rock'ê - T. S. Eliot


Welatê Bejî û Deh Koroyên 'The Rock'ê - T. S. Eliot

Ji îngilîzî: Kawa Nemir

Weşanên Bajar
ISBN: 975-8925-06-7

Çapa Yekemîn: Avrêl 2004









Helbestek ji gewreyê gewreyê gewreyê gewreyan, T(homas) S(tearns) Eliot*

La Figlia Che Piange**

O quam te memorem virgo...***
...
Raweste li ser pêpelûka jorîn a derenceyê -
Pala xwe bide guldankeke bêxçe -
Bihûne, bihûne tavê li porê xwe -
Hembêz bike kulîlkên xwe bi matmayîneke liyan -
Wan daweşîne erdê û bizivire
Bi dilmayîneke derbeder di çavên te de:
Lêbelê bihûne, bihûne tavê li porê xwe.

Min destê wî wiha ji wê dikir,
Min keçik wiha aş dikir, dikire nava xeman,
Wî wiha dihişt diçû
Wekî giyan bedenê diriyayî û bi kul û bi birîn bihêle,
Wekî hiş bedena ku bi kar aniye çol bike.
Min diviya peyda bikira
Riyeke bê hevta ronî û şareza,
Riyeke ku me her duyan jî fam bikira,
Hêsan û bêsoz û bêqerar, mîna kenekî û desthejandinekê.

Wê berê xwe da çû, lê bi hewaya payîzê re
Bi rojan dor li aşopa min girt,
Bi rojan û bi saetan:
Porê wê li ser milên wê û milên wê tijî kulîlk.
Û metel im çawa bi hev re dibûn!
Ez ê ji jestekê û ji bizavekê bimama.
Carinan ev ponijan hê jî şaşwaz dikin
Nîvşevên şepirze û vêsanên danê nîvro.

* Ji wergera min a T. S. Eliot, "Welatê Bejî û Deh Koroyên 'The Rock'ê", rûpel 42, Weşanên Bajar, Avrêl 2004, Stenbol, 137 rûpel
** Xamaya Ku Digirî
*** (Bi Latînî) Lêlê keça xama, bi kîjan navî te bi nav bikim?

Ji Çîn û Maçînê - Ezra Pound



Ji Çîn û Maçînê (Ezra Pound)
+ Hemû Berhemên Helbestî yên T. E. Hulme

Ji îngilîzî: Kawa Nemir

Weşanên Bajar
ISBN: 975-8925-09-1

Çapa Yekemîn: Kewçêr 2004


Balada Riya Tûyê*

Ro li qorziya başûrê rojhilat ê tiştan hiltê ye
Da ku li qesra bilind a Shin bike temaşe ye
(Yeke sorefît e) bi navê xwe Rafu keçeke wan heye,
Wê nav li xwe kiriye ‘Xêliya Melesî’ ye,
Lewma tûyan dide kurmhevrîşima ye.
Wan ji derdora dîwarê başûr ê bajêr berhev dike ye,
Bi bendên hêşîn dihûne firêtên zembîla xwe ye,
Porê xwe top dike, davêje ser aliyê çepê yê sûretê xwe ye.
Guharên wê çêbûne ji durrê ne,
Binkiraskê wê jî, hevrîşimê nexşê hêşîn e,
Dêreyê wê ji heman hevrîşimê rengê erxewanî ye,
Dema ku mêr derbas dibin, li Rafuyê dikin temaşe ye
Bar û piştiyên xwe datînin erdê ye,
Dadiwestin, badidin simbêlên xwe ye.

(Ji têbîniyên Fenollosa, gelekî kevin)

Ezra Pound
Ji Îngilîzî: Kawa Nemir

Gilgamêş û Çend Mythosên Din


Gilgamêş û Çend Mythosên Din
Ji Îngilîzî: Kawa Nemir
Weşanên Jiyana Rewşenê - Mîtolojî
Çapa yekemîn: Sermawez 2000 - Stenbol

GILGAMÊŞ*

Guhertoya Yekgirtî ya Babîlî

LEWHE I

Ez ê vebêjime dinya alemê hemû kirinên wî,
Ez ê eşkere bikim hemû serpêhatiyên wî.
Li welatan têk de geriya.
Ewî ku giş ezmûn kir û hemû zanatî bi dest xist.
Fêrî her tiştê nepenî bû û çi ku veşartî bû, wî eşkere kir,
Çîrokeke demên beriya Tofanê bi şûn ve anî
Derketibû rêwîtiya dûr, fireh û dijwar û dawiyê dest jê kişand.
Hemû zehmeta ku kişand li bîrdariyeke bîranînî ya kevir kola
Dîwarê bajarê Ûrûkê da avakirin, koz û hoza
Pîroztirîn Eannayê, ku gencîneya pakîzer e.
Li dîwarê wî yê ku fenanî kembereke sifir e binihêre,
Çav bidêre kêferata lê çûyî, ku tu kesekî din nikare bide ber hev,
Têkeve şêmûga ji dema ji bîr bûyî mayî,
Nêzîkî Eannayê bibe, ku mala Îştarê ye,
Ya ku wê ne tu keyserekî dahatûyê, ne jî mirovek berawir bike!
Here derkeve ser bircên Ûrûkê, li dorê bigere!
Hîm saxtî bike û hûr hûr li çêbûna kerpîçan binihêre!
Bi çavên serê xwe bibîne ku kerpîç kerpîçên şewitandî ne.
......

* Ji berhema min a wergerê ya pêşîn, Gilgamêş û Çend Mythosên Din, rûpel 19, Weşanên Jiyana Rewşen, 190 rûpel, Sermawez 2000, Stenbol

Benim Kawa'mın Tarihçesi

Anılar tarafsız değildir.
Akif Kurtuluş


Sahihliğinden asla emin olamadığım, ancak ucuz takvimlerin sınırlı hacimdeki sayfalarına konu olan ve içime sinmeyen tarih bilgisine boğmadan, binlerce yıllık bir efsanenin, Demirci Kawa’nın, ‘bugün’ ile kesiştiği ya da ‘bugün’ün, söz konusu efsaneyi binlerce yıllık geçmişinden çekip ‘şimdi’ye bağladığı noktadan konuşmak istiyorum. Konulara kendi diliyle yaklaşmak, eğip bükmeden söylemek, tüm hayatı boyunca Kawa olmaya çalışmış bir adama en çok yakışandır.

‘Kawa’yı yeniden kurgulamak.’

Tam yerinde bir tanımlama. 1989 yılı gibi yaşıma göre erken bir tarihte tesadüfen elime geçen Kawa Efsanesi’yle ilgili küçük bir kitabı bir çırpıda okur okumaz kendi Kawa’mı yeniden kurgulamaya başladım ve Kürdistan’dan Türkiye’nin İstanbul’una beni dipsiz bir iç sıkıntısıyla sürükleyen hayatım tümden değişti. Kayısı ağaçlarının gövdesinde gizli ve Hrant olmayan birinin kolay kolay duyamayacağı duduk ve meyin nefesi, gövdesinin merkezi Gamasî’ye yatak olan, Kök Tengri’den daha ulu Gilîdax veya Masîs, bir çocuğun gözünde tüm dünyayı kaplarcasına genişleyen, sonsuzlaşan ova, boynu bükük salkımsöğütler, gözleri yaşlı dul söğütler, biçimli kalemler misali gökyüzünü yazan kavaklar, inatçı karaağaçlar, baharların ve yazların tozlu derin yeşili, sonbaharların diz boyu çamuru, kışların Sibirya soğuğu, Faulkner ve Yaşar Kemal’in evreniyle boy ölçüşebilecek koca bir evren, Hayastan ile Kürdistan’ın kesiştiği o verimli yurt, bunların tümünün ardımda kalmasıyla, deyim tam yerinde, ‘düştüm.’ Ama çok geçmeden, zor da olsa, ayağa kalkmayı ‘tercih ettim.’ Korkunç bir bilinç yitimine rağmen yaşadıklarını sananların berbat bir gürültüyle, ama özünde kişiliksizlikle, korkuyla, özsaygıdan yoksunca şekillendirdiği bir hayatın tam orta yerinde, haksız, hukuksuz, akılsız, edebiyatsız ve iddiasız bir cemaatin çocuğu olarak, nasıl işlediğini çarçabuk kavradığım bir başka evrene fırlatıldım. Beni şiir yazmaya, edebiyatın türlü türlü alanlarında yaratmaya motive eden de buna bir dur deme iddiam oldu. İki yüz elli yıldır Ehmedê Xanî’yi anlamaya yaklaşmayı hiç denememiş, sınırlar boyunca dur durak bilmeyen bir göçle oradan oraya savrulmuş efrattan bir fert olarak nasıl yaşamalıydım? Soyu tükenen kaplanlar vardır hani, tükenirler, ama anılarının katilleri dehşete düşüren gözleri, William Blake’in kaplanının gözleri gibi ormanlarda aniden çakar. İşte ama mensup olduklarımın başına en kötüsü geliyordu: Kültürel soyları, onlar bedenen ayaktayken dörtnala tükenmekteydi. Nasıl yaşamalıydım? Öfkeyle, iddialı, kendimi sarsarak kendimi ve dışımda olanı değiştirerek. Çok çalışmalıydım ve ölümsüz olmalıydım. Gözümün yaşına bakmadan, hep şiddete ve şiddeti üreten her şeye karşı olmuş olsam da, ilk kurşunu kendime sıkmalıydım. Yoksa serinliğin şarkılarını birdenbire söylemeye nasıl başlayabilirlerdi pembe ve beyaz sarmaşık çiçekleri? En çok da onları özlüyordum, bir de baharla kapkara saçlarını savuran güzel bir esmer kadına benzeyen salkımsöğütleri. Onlar benim yurdumdu, onları yazmam gerekiyordu artık.

Birileri cahil cesaretiyle bir yerleriyle buna gülseler de, bu dediğim, adımın, imzamın ve çabamın şekillenmesinin kaplanı ve arkaplanıdır. Şimdi bu yazdıklarımı en çok sevgili Mehmed Uzun’un okumasını isterdim.

O zorlu ama bir o kadar da büyülü günlerden bu yana geçen yirmi yıllık zaman dilimine nelerin tarafımdan sığdırıldığını, sınırlı da olsa, artık bir kesim iyi biliyor. Artık şu da iyi biliniyor ki kuşağım geçmişle, Kürt’ün sözlü ve yazılı birikimiyle hesaplaşa hesaplaşa, bundan aldığı güçle şimdiyi bin bir emekle kura kura, öyle yarım ağızla değil, son derece keskin bir kopuşla ve son derece büyük iddiaları çağrıştıran adlarla bu toplumun geleneğine ve geleceğine müdahil olanların safına katıldı. Sanırım Rewşen kuşağından Kürt şair ve yazar arkadaşlarımın çoğunun buna benzer bir Kawa olma serüveni var.
Bu uzun serüvenden sonra, bir de benim artık hakikaten Kawa olduğumu anlamama neden olan bir anım var anlatmadan geçemeyeceğim. Yıl 2004 idi, Diyarbakır Kültür ve Sanat Festivali’nde, Büyükşehir Belediyesi Tiyatro Salonu’nda, yüzlerce kişinin huzurunda, hâlâ anlatadurduğum dertlerimden bir derdimi dallandırıp budaklandırarak konuştuğum bir etkinlik sonrasıydı. O zamanlar şimdiki gibi miydi? Hayır. Benim Amed’i hâlâ tutkuyla sevdiğim zamanlardı. Tutkuyla sevdiğim kadındı benim “Zaman ve mekan burası. Zaman ve mekan, Amîd.” dememe sebep. Bir uzak bakışın bir kadını ıslattığı esrarlı bir zamandı. İçimde havlayan köpekleri öldürmüştüm en sonunda ve ömrümün en uzun kışına, Aşk’a teslim olmuştum. Bu esrarlı hava içinde konuşmuştum ‘kale’ye hitaben. Sahneden iner inmez hızla bana doğru gelen iki kişi gördüm. İkinci kişiyi şimdi görsem asla hatırlamam, ama önden gelip zınk diye önümde duran otuzlarındaki kumral ve nefret ettiğim mavi gözlere sahip adamı hayatım boyunca unutmayacağım. Gözlerime kilitlenip nefretle bana Mardin ağzıyla Kürtçe, “Heval, tu welatiyê kîjan welatî yî?” diye sordu. Ben, hayatımda sanırım hiçbir canlının gözlerinin böyle içine içine bakmamıştım, adamın ses tonunun bana verdiği şaşkınlıktan dolayı, “Ev çi ye lawo? Tu kî yî?” demiş bulundum. Meğer sivil polislermiş, yüzlerce izleyici arasında oturmuş, büyük bir ciddiyetle, utanmadan sıkılmadan, kameraya çektikleri yetmiyormuş gibi bir de harıl harıl not tutmuşlar konuşmalarımı. Hemen Türkçeye geçerek, yok benim adım neden Kawa Nemir imiş, kimliğimde hangi ad yazıyormuş, ne diye yok Newroz imiş, yok Demirci Kawa imiş, Dehak imiş, Feridun imiş, Purmaye imiş diye soru üstüne soru sordu ve kimliğini ver dedi bana mavi göz. Bilirsiniz, işgalcinin müstemlekesi diye bellediği bir yerde işgalcinin gözlerinin içine bakamazsın, bu çok zordur, onların gözlerinin içine bakamaman için devasa bir zulüm çarkını tüm anlara yayarak döndürürler, ama ben hâlâ adamın nefret ettiğim mavi gözlerinin içine içine bakarken, belediyenin zabıta güçleri toplanıp geldiler. Adamın niyeti Türkçülük oynamak ya, hani kurdun sürüye dalıp bir Kürdü kapması gibi bir şey yapmak istediği. Biraz durdum, adım, dedim, Newroz söylencesinden kalmadır, benim adım bu, kimlikse alın sizin olsun, onu bana siz zorla verdiniz, dedim ve çıkarıp verdim. Mal bulmuş Mağribi gibi atladılar. Zabıtalar beni aralarına alıp çıkardılar oradan, beni onlara vermediler, ardından gidip kimliği, nasıl yaptılarsa, onlardan aldılar.

Benim Kawa’mın artık büyüdüğünü, ka(w)gaya hazır olduğunu o gün o salonda çok iyi gördüm ve en azından Selpakfiroş’u yazmakla ‘büyük kapatılma’yı nasıl yıkmış olduğumu gördüm ve sonra hızla her şey göverdi, göğe erdi, Mazlum Doğan gibi dünyaya sert bir bakışla bakan oğlum Siyabend Arî’nin uzaklardaki babası oldum, onun dünyaya gelmesi 2200 yıllık varlığımın yeryüzündeki devamının garantisi oldu.
Noktayı büyük bir samimiyetle koyarak diyorum ki ne diye gereksiz yere alçakgönüllülüğün gövde gösterisine soyunayım ki. Hayatımı yolanların gözlerinin içine içine baka baka, ruh işgalcilerine çektiğim büyük reddimle Kürtçeye kazandırdığım bu kadar kitaptan ve Aşk’ıma nasip olan dünyanın en güzel meyvesinden sonra Kawa Nemir olarak er ya da geç, ama sanırım erken, ama mutlu olarak öleceğimden son derece eminim. Çünkü ben gerçeğe rağmen hikâyeye inandım her zaman, benim okuduğum Kawa’nın hikâyesinin beni alıp getirdiği yeri de hiç yadırgamadan edebimle yaşamaya çalıştım. Bu kadar edepsiz bir dünyada, nevrozu Newroz’a çevirerek, 2200 yıllık söylencenin sönmeyen ateşine taparak.

Kawa Nemir
Tîroj, hejmar-sayı: 43, Adar-Avrêl (Mart-Nisan) 2010

Guldesteyek ji Dîwanên William Butler Yeats


'Mirin Niqutî Dilê Firokevanekî Îrlandî'
William Butler Yeats

Helbest

Ji Îngilîzî: Kawa Nemir

Weşanên Sî - Stenbol

Çapa Yekemîn: 2002




Li Biniya Baxên Darebiyan

Li biniya baxên darebiyan, dildarê û min me hev dî;
Ew di baxên darebiyan re bihurî hat bi piyên çîlspî.
Gote min ku guh nedim evînê, wekî pel werar bin li ser darê;
Lê minê bi wê re, minê naşî û hişsivik, min guh neda wê.

Li zeviyeke li ber çêm, dildar û ez em rawestiyan,
Wê destê xwe yê çîlspî danî ser sermila min a bêşiyan.
Gote min ku guh nedim jiyanê, wekî gîha di delavan de rabe;
Lê ez naşî û hişsivik bûm, niha dibarînim hêsirên çavan e.

[1888] 1889

William Butler Yeats
Ji Îngilîzî: Kawa Nemir

Hemû Soneyên William Shakespeare


The Complete Sonnets of William Shakespeare -
Hemû Soneyên William Shakespeare

Amadekar & Wergêr: Kawa Nemir

Weşanên Lîs

Çapa Yekemîn: Reşemî 2010


Sone 25

Bila yên ku sahibrewac in, bi xeml û xêzan,
Bi text û tacan, nîşanên fêzan fortan bikin,
Bext textekî wiha nedabe jî minê xizan,
Şad im bi şanên pê re min şadê şadan dikin,
Perîmîr vedidin perên pelên xwe yên bedew,
Lê wax gidî, wekî mexmorkan in li ber tavê,
Di wan de wer xef dimîne kawiya wan û hew,
Te dî rû tirş kirin, mirêsa wan çû ji navê.
Şervanê zor î navdar î di şêr de pêşîkêş,
Ku piştî hezar serkeftinan te dî bû şemo,
Navê wî'j sînemdeftera rûmetê dikin rêş,
Ji keda wî çi mabe, tê jibîrkirin hemû.
Nexwe şad im minê ku evand, hatim evandin,
Bi war, bê war, ne diqedim, ne jî têm qedandin.

William Shakespeare
Ji Îngilîzî: Kawa Nemir

Salname

Salname (Helbest)
Kawa Nemir

Weşanên Lîs
Çapa Yekemîn: Gulan 2009

Gotinên Ku Li Rêbûriyê Hatine Gotin
nikarim berdim
geşta li etleza helbestê ya razbar
her jiyîna veşartî her bi wî awayî

kedera çolistanê kesera avê

xezalên mirî

li miyandawa peyvan a dilê min

digihên şopên xwe

peyveke kevin
berkeniya maran e êdî
berkeniya qerisî
peyvek e li rêbûriyê hatiye gotin
- kesera ku nayê berdan
paşê

bagera ji ber xwe mayî
didî bi pêşnumaya nexşeçolistanekê -


tê digihîjî tu têk çûyî
dibî katibê şopên xwe
qesasê serê kelaxên peyvan
çolistana li nava te vediguhere obsîdyenê
dimirin xezal
berdidî dev ji

yên ku tu nikarî dev jê berdî

1 Kewçêr 1996 / Stenbol